Sanat tarihinin bazı alanları, ötekilere göre biraz gölgede kalmış, daha az dikkat çekmiş, bu yüzden de daha az incelenmiş ve daha az değerlendirilmiş alanlardır. özellikle bir ülke sanatının, bir türün ya da bir dönemin çok öne çıktığı, sonra da parıltısıyla komşularını ve benzerlerini gölgelediği durumlarda gözlenir bu olgu. Gölgelenenler, biraz "talihsiz", biraz "hakkı yenmiş" alanlar olarak kalırlar. Parlak kardeşin göz kamaştırıcı ışıkları, gölgede kalanın gerçek niteliklerinin anlaşılmasını zorlaştırır, bazen de bütünüyle engeller
Osmanlı sanatında bu olgunun çok belirgin bir örneğini, İznik çinilerinin gözalıcı parıltısı yanında Kütahya çiniciliğinin görece "ihmal" edilmişliğinde görüyoruz. Osmanlı çiniciliği denince akla önce İznik ve İznik çinileri gelir. Geçmişte de bu böyle olmuş ve önce Kütahya, sonra da Çanakkale seramikleri, İznik işlerinin ardına, ikinci üçüncü sıralara itilmişlerdir. Oysa biraz dikkatli bir inceleme, genellikle bir "saray sanatı" sayılan görkemli İznik çiniciliğinin yanında, bir "kent sanatı" olarak nitelenen Kütahya ve daha çok bir "halk sanatı" gibi görünen Çanakkale çiniciliklerinin, ilk bakışta benzer şeyler üretiyor gibi görünseler de aslında farklı ve kendi içinde özgün yaratıcılık alanları olduğunu hemen ortaya koyar.
Bu kitap, işte bu gölgede kalmış alanlardan birine, Kütahya çinilerinin benzersiz zenginliklerle dolu dünyasına yeni ışıklar tutmak amacıyla hazırlandı. Seramik üretiminin Frig, Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden günümüze dek kesintisiz devam ettiği bir bölgede yaşanan bu uzun zanaat/sanat serüveni, bu kitapta daha yakından mercek altına alındı; tarihsel gelişim çizgileri, malzemeleri, atölyeleri, ustalarıyla yeniden gözden geçirildi. Kürkman'ın dünyanın dört bir yanındaki müze ve arşivlerden derlediği bin bir belge ve fotoğraf, bugüne dek gün ışığına çıkmamış çok sayıda bilgi, bizi bu "toprak, ateş, sır" dünyasında heyecan verici bir yolculuğa çıkarıyor.